“Saatlerin fısıltısı müziğe dönüşür; bir ney gibi olursunuz kalpten çalıştığınız zaman. Ve nedir aşk ile çalışmak? Yar giyecekmiş gibi dokumaktır bir kumaşı, nakış işler gibi kalpten.”
Yukarıdaki söz, çok sevdiğim düşünür Halil Cibran’a ait. Ne zaman ‘sevgiyle/tutkuyla çalışmak’ konusu açılsa, hemen aklıma gelen sözdür. Hepimizin bildiği üzere, günümüzde işlerini, en küçük bir tutku hissetmeden yapan insanların sayısı hiç az değildir. Çalışan insanları gözlemlediğimizde, beden dilleri bize her şeyi söyler; isteksiz tavırlar, donuk ifadeler veya sevgi dolu gözler… Yapılan araştırmalar, iş dünyasında insanları güdüleyen bazı faktörlerin ön plana çıktığını bulguluyor; korku bilinci, görev bilinci veya sevgiyle/aşkla çalışmak…
Korku bilinci: ‘Yeterince çalışmazsam ceza alabilirim veya işten çıkartılabilirim’ vb. ifadeler korku bilincinde çalışanların zihinlerinde sürekli dolaştırdığı düşüncelerdir. Bu bilinç, insanı belirli bir oranda çalışmaya güdüler ama adından da belli olduğu üzere, çalışana hiçbir doyum sağlamaz. Bir de buna korku kültüründe yetişmiş çalışanlar/yöneticiler perspektifinden baktığımızda yapılan işlerin birçoğunda yoğun stres ve tükenmişlik sendromu gözlemlememiz mümkündür. Bu tarz insanları çalışırken seyrettiğiniz zaman hemen anlarsınız; gözlerinde, mikro ifadelerinde hiçbir doyum belirtisi göremezsiniz. Günümüzde aileler daha bilinçli olsa dahi insanların birçoğu hâlâ aile baskısı sebebiyle veya kedilerini yeterince tanıma fırsatı bulamadıkları için sevmedikleri işleri yapmaya devam etmek zorunda kalabiliyor. “Bu yaştan sonra artık çok geç, yakın çevrem ne der” vb. düşünceler de bu işin tuzu, biberi oluyor. Ortaya çıkan sonuç ise, en ufak bir tatmin duygusu olmadan yapılan işler, eksik çıktılar, çalışan/müşteri memnuniyetsizliği vb. durumlar oluyor.
Görev bilinci: Genellikle hedeflerini değerler üzerine inşa etmiş insanlarda gözlemlenen görev bilinci, korku bilincine göre kıyaslandığında çok daha gelişmiş bir bilinç düzeyidir. Burada bir tatmin duygusundan bahsetmek mümkündür. “İşimi iyi yapmam, ne kadar sorumluluk sahibi bir insan olduğumu gösterir, görevlerimi en iyi şekilde yerine getirmeliyim, böylece performanstan daha yüksek puan alabilirim -veya salt kişisel tatmin duygusunu yaşayabilirim-” vb. düşünceler de görev bilinci yüksek çalışanların genelde zihinlerinde geçirdiği içsel konuşmalardır. Burada da -bazen- biraz dışsal bir ödülden bahsetmek mümkündür aslında.
Sevgiyle/aşkla çalışmak: Şu dünyada bir insanın başına gelebilecek en iyi şeylerden biridir; aşkla çalışacağı bir işe sahip olmak. Bu insanları da hemen anlarsınız, çalışırken yüzlerine bakın, kendilerini hemen belli ederler; coşku dolu ifadelerinden, göz bebeklerindeki içtenlikten… Özellikle işine aşkla bağlı olan bir çalışanın işine bir anlam yüklemesi; yaptığı iş ne olursa olsun, çalışırken insanların ihtiyaçlarını karşılıyor olduğunu hissetmesi, işle ilgili tatmin duygusunu en üst noktalara taşıyor. Çalışan aynı zamanda öz saygı ve kendini değerli hissetme gibi ihtiyaçlarını da çok güzel bir şekilde karşılamış oluyor. Kısacası, çalışırken yaptığı işe bir anlam yükleyemeyen insanın o işten bir mutluluk elde etmesi zordur.
Yukarıdaki yaklaşımlar, her ne kadar çoğu zaman çalışanın iradesinde olsa da günümüzde işletmelerde korku kültürü yerine sevgi kültürünün hâkim olabilmesi için gerçek liderlere ihtiyaç vardır. Gerçek liderlik anlayışının ön planda tutulduğu bir işletmede, kalbiyle yöneten liderler bu kültürün açığa çıkmasına öncülük edebiliyor. Ülkemizde genellikle korku kültüründe yetişen çalışanların/yöneticilerin, sevgi kültürünü fark etmeleri, eğitim, kitap vb. araçlarla kendilerini bu yönde geliştirmeleri, içsel tatmin, ekip sinerjisinin oluşması ve potansiyel iş gücünün ortaya çıkması açısından son derece önemlidir.
Eğitim programlarımız ile ilgili daha detaylı bilgi sahibi olmak ve eğitimlerimizin size sunduğu fırsatları öğrenmek için lütfen katılın.